''Fark ediyorum ki insanın kurguladığı hayat hep yarım kalıyor.
Yerli yerine oturmayan, iğreti duran çok şey var.
Anlıyorum ki hayat hep beklenmedik şeylerdir.
Kural böyle…
Sen yürüyeceksin ve beklenmedik şeylere hazır olmanın çarelerini arayacaksın.''

Kapağıyla, ön sözüyle dikkatimi çekmiş, merakımı da fazlasıyla cezbetmişti. Hem de 126 sayfa, tek celsede okunabilecek uzunlukta bir roman.
İçinde altı çizilesi tekrar tekrar okunası birçok cümle var. Hatta sanki o cümleler yazılmış sonra da aralarındaki bütünlüğü kurmak için üstüne roman icat edilmiş gibi geldi çoğu yerde. Çarpıcı alıntılar var, ama bazen üstüne fazla su eklenmiş bir yemek gibi, hikayenin içinde çok diri kalmış bazı cümleler, bu da 'hikayeyi' yavanlıktan kurtaramamış.
Ama 'Okunmalı mı?' sorusunun yanıtı bence evet. Bir adamın dış dünya ile içi arasındaki gelgitleri, olan bitenleri melankolik bir bakıştan aktarması, kitabın sonuna doğru diğer karakterlerin kendi ağzından anlatımlara yer verilmesi kitabı merakla okumanızı sağlıyor.
Beğendiğim alıntılardan birkaçı:
''Tamamlanmamış bir cümledir insan. Yalnızlığıyla bile bir araya gelemeyecek kadar ıssız…
Bütün bunlara rağmen hayat, yine de anlamlı bir cümle kurabilme isteğidir.''
• ♦ •
"Bazen düşünüyorum da hayatım boyunca söylemeyip de vazgeçtiğim şeyleri söyleseydim ne değişirdi acaba? Hayatın akışında ne kadar farklılıklarla karşılaşırdım? Yoksa kader dediğimiz şey o anda yaptığımız anlık, küçük tercih midir?''
• ♦ •
Böylesi dinleyen, konuşan birileri var mı etrafımızda? Ya da etrafımızdaki kaç kişinin söyledikleri bizde böyle hisler oluşturabiliyor:
''Söyledikleri her sözün altında uzun düşünceler, gayretli hissedişler, samimi endişeler yattığını biliyordum. Dudaklarından dökülen kristal yapılı kelimeler, yağmur sonrası kenti kuşatan mat bir gökyüzüne bile aydınlık veren cinstendi. Sahici cümlelere iliştirdikleri dua ifadeleri de her gece müşfik melekler gibi odama doluşuyorlardı.''
• ♦ •
Nasılsın diye sorulursa da iyiyim denir çünkü.
“Neyin var?”
“Hiçbir şey… Hiçbir şeyim yok”
• ♦ •
''Bir oyundaymışım da, ebe beni unutup gitmiş gibi. Yıllarca oyunun kaldığı yerden devam etmesini bekleyen bir çaresizdim. Sobelenmek pahasına ortaya çıkıyordum ve kimseler varlığımı umursamıyordu. Boğazım patlarcasına bağırıyordum; Burdayım! Burdayım!''
• ♦ •
Bu kadarı fazla artık.''Allah'a ve peygamberine ihanet etmeyin.
Oysa ihaneti içselleştirmiş ve adeta üzerinde şık duran bir aksesuar gibi taşıyan insanların yaşadığı kent burası. İhanetin sınırlarını zorlayan insanlarla dolu ortalık. Ailesine, sevgilisine, arkadaşlarına, kendisine, dünyaya, kelimelere, kuşlara ve etrafında, zihninde ne varsa ihanet edebilmeyi doğal bir yaşam alışkanlığına dönüştürmüş insanlar topluluğu. İhanet edilmemiş ne kaldı ki?
Bu kadarı fazla artık.
Bu kadarı çok fazla.''
Kitapların önce son sayfasına göz atanlar için:
''İnsan canhıraş bir suskunluktur...
"19. yüzyıl boyunca birçok cerrah, bir hayvan üzerinde operasyon yapmadan önce alışılmış bir biçimde ses tellerini kestiler. Bunu, deney sırasında hayvanlar ses çıkarmasın diye yaptılar.
Deneyi yapanlar ses tellerini keserek aynı zamanda gerçeği yadsıdılar -sessiz bir hayvanın acı çekmediğini varsaydılar- ve bunu kendileri, doğruluğunu kabul ettikleri bilgileriyle doğruladılar. Hayvanın çığlıkları onlara zaten bildikleri bir şeyi, karşılarındaki yaratığın bilinçli, hisseden ve operasyon sırasında eziyet edilmiş bir varlık olduğunu anlatacaktı."
(Kelimelerden eski dil)
Susuyor olmam, acı çekmediğim anlamına gelmez...''